Genel

10 gün 10 ülke programında Yunanistan

Bugün Thessaloniki olarak anılmakta olup Osmanlı coğrafyacılarınca “İstanbul’un bir parçası”, yahudiler tarafından “şehirlerin anası” diye tanımlanır. 1912’ye kadar çeşitli ve çok kültürlü nüfusu ile kozmopolit bir özellik göstermiş, XIX. yüzyılda Tuna üzerindeki Rusçuk ile birlikte imparatorluğun en modern şehri olmuştur. Burası ayrıca Jön Türk hareketinin beşiği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu şehirdir.

Zamanımıza ulaşan Osmanlı yapıları arasında 1891’den kalma hükümet konağı (şimdiki Diikitirion), 1893’ten kalma eski idâdiye (günümüzde Selânik Üniversitesi’ne ait bir fakülte binası), eski gümrük binası, 1902-1903’ten kalma belediye hastahanesi, bugün Yunan ordusuna hizmet veren 1903’ten kalma Üçüncü Ordu Komutanlığı’nın kışlası gibi Geç Osmanlı dönemi kamu binaları da bulunmaktadır. Eski şehrin yukarı kısmı güçlü Bizans surlarının gölgesinde eski cazibesini bütün sokakları, dar geçitleri, XIX. yüzyıl evleriyle (ve XX. yüzyılda eskinin taklitleri olarak yapılanlarıyla) korumuştur. Eski şehrin doğusundan yeni oluşan çevre bölgelere kadar bir alanda iyi muhafaza edilmiş birçok XIX. yüzyıl konağı vardır. II. Abdülhamid’in sürgün yıllarını geçirdiği yapı olan Villa Allatini de ayaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1881’de doğduğu ev günümüzde Atatürk Evi adıyla müze olarak tanzim edilmiş ve ziyarete açılmıştır. Arşiv belgelerinden edinilen bilgilere göre bodrumu ile birlikte üç katlı olan ve bir avlu içerisinde bulunan Atatürk Evi, 1870 yılından önce Rodoslu müderris Hacı Mehmed tarafından yaptırılmış olup Atatürk’ün babası tarafından sahiplerinden kiralanmıştır.

BU ŞEHİR HAKKINDA BU KADAR BİLGİ VARKEN BENİM AKLIMDA SADECE TEK BİR YER VARDI

ATATÜRK ÜN DOĞDUĞU O RESİMLERDE GÖRDÜĞÜM PEMBE EV ve çocuk ATATÜRK

O yüzdendirki o pembe evi görmemle  başladım seninle konuşmaya ve merak ettiklerimi sana anlatmaya

( evin önündeki fotoğraflar ve evdeki fotoğraflar)

Ne çok anlatacak şeyimiz var, ya da ne çok özlemişiz seninle dertleşmeyi.

Bir yanında Zübeyde anne bir yanında o çok sevdiğin kahve kokulu sokaklarınla doğduğun ev ,çocukluğun ve belki de kimseye anlatamadığın yalnızlığın ve sen.

Sahi sende çocukken karanlıktan korkar mıydın, yada düştüğünde kanayan yaraların var mıydı?

Bu evin sokaklarında top koşturup ,terliterlisuiçtin mi misal , yada misketlerini kaybedip arkadaşlarınla kavga ettin mi?

Belki de hiç çocuk kalamadın sen ya da hiç çocukluk yaşayamadın. Yüklerin ağırdı, sorumlukların fazla , çocukluğa vaktin yoktu belki de .

Hep uzaklara dalan bakışlarında o yaşayamadığın çocukluğun gizli belki de. Ya da o salıncakta sallanırken çektirdiğinfotoğrafta gizli çocuk yanın.

Senin neler yaşadığını merak ederdim hep ve hatırlıyorumçocukken her 10 kasımda yada senin adın geçen her konudabunları düşünürdüm.

Şimdi bu geziye çıkıp ta senin yaşadığın yere geldiğimde beklidebusorulara cevap bulamazdım ama daha bi çok hissedebilirdim seni ve yaşadıklarını.ve tüm hislerimle başladım o meşhur çocukluğuna şahit pembe evi gezmeye.

Atatürk 1881 yılında Selanik’te doğmuştur. O’nun, doğduğu, çocukluk ve gençlik günlerinin bir kısmını geçirdiği tarihi ev bugün (Atatürk Evi) adıyla müze olarak tanzim edilmiş ve ziyarete açılmıştır. Bu tarihî yapı, günümüzde Selanik’in ApostolouPavlu Caddesi, 17 numarada bulunmakta olup, AgiouDimitriou 151 adresindeki Türkiye Cumhuriyeti Selanik Başkonsolosluğu ile birlikte aynı yerleşkenin parçasıdır. Selanik’te Atatürk Evi, arşiv kayıtlarına göre, Selanik’in Koca Kasım Paşa mahallesi, Islahhane caddesi üzerindedir. Ev, bodrumu ile birlikte üç katlı ve bir avlu içerisindedir. Evin mülkiyeti 1878 yılı başlarında Ali Rıza Efendi ve eşi Zübeyde Hanım’a geçmiştir.

Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi, bir süre Selanik Evkaf katipliğinde bulunmuş, gümrük memurluğu yapmış, 1876 yılında da Selanik Asakir-i Milliye Taburu’nda Birinci Mülazım olarak görev almış, daha sonra serbest ticaret hayatına atılmıştır. Selanik’in tanınmış ailelerinden Sarıgüllü Hacı Sofulardan Feyzullah Ağa’nın kızı Zübeyde Hanım’la 1878 yılında evlenen Ali Rıza Efendi, Kırmızı Hafız diye şöhret bulan babası Ahmed Efendi’nin (Subaşı) mahallesindeki evinden ayrılarak Koca Kasım Paşa mahallesindeki bu eve, eşi Zübeyde Hanım ile birlikte taşınmıştır. Ev o zamanlar, etrafı yüksek duvarlarla çevrili olup, dokuz oda ve bir mutfaktan müteşekkildir. Daha sonra evin yanına oda ve ilavelerden oluşan yeni bir ev inşa etmişlerdir. Dış yüzü sıva üzerine pembe boyalı olup alt pencerelerine demir, üst pencerelerine de ahşap kafesler yapılmıştır. Atatürk 1881 yılında bu evin ikinci katındaki sol tarafa düşen ocaklı odada doğmuştu.

Selanik’te Türklerden kalan bütün mülklere 1917 yılında Yunan Devleti el koymuştur. Lozan Antlaşması gereğince bu mülklerin bir kısmına Anadolu’dan gelenler yerleştirilmiş, bir kısmı ise satılmıştır. Atatürk’ün doğduğu ev 1930 yılında satılmıştır. Cumhuriyet’in Onuncu yıl dönümü (29 Ekim 1933) dolayısıyla, Selanik Belediyesi, Türk-Yunan dostluğu ve Balkan Konferansı’nın bir hatırası olarak, Atatürk’ün doğduğu evin çift kanatlı kapısının sağ köşesine mermer bir plaka yerleştirmiştir. Plakanın üzerinde Türkçe, Yunanca ve Fransızca olarak şu ibare yazılmıştır:

Türk milletinin büyük müceddidi ve Balkan ittihadının müzahiri GAZİ MUSTAFA KEMAL burada dünyaya gelmiştir. İş bu levha Türkiye Cumhuriyetinin onuncu yıldönümü münasebetiyle konulmuştur. Selanik, 29 Birinciteşrin 1933”Atatürk Evi, “Selanik’teki Türk Konsolosluğu’nun bakımına verilmiş ve evin zemin katında sonradan açılan dükkânlar kaldırılarak eski şekline getirilmiş, geçmişte sarıya boyanan ev yine pembe renge boyanmış, çatısı aktarılarak onarılmıştır. 1950 yılında daha geniş çapta büyük onarım gören Atatürk Evi’nin “Atatürk Müzesi” olarak tanzimi düşünülmüş ve bu konuda çalışmalara başlanmıştır. Dışişleri ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından birlikte yürütülen çalışmalara, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürlüğü görevini yürüten Prof. Dr. Enver Ziya Karal başkanlık etmiştir. Atatürk Evi’nin tanzim ve teşhirinde kullanılacak eşyaların bir kısmı İstanbul Dolmabahçe ve Topkapı Saraylarından seçilerek Selanik’e gönderilmiştir. Aylar süren titiz çalışmalardan sonra evin bütün odaları eski şekline göre ayrı ayrı değerlendirilmiş “Atatürk Evi” 10 Kasım 1953 günü törenle ziyarete açılmıştır.

Günümüzde Başkonsolosluk alanı içinde bulunan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin toprağı sayılan “Atatürk Evi”, bugün sınırlarımız dâhilinde bulunmasa da, her Türk’ün kalbinde özel bir yere sahip olup, Selanik’e giden soydaşlarımızın ilk olarak ziyaret ettiği ve Türkiye için manevi değeri son derece yüksek olan bir mekândır.

Bizde hem evi gezerken hem de o sokaklarda kahvemizi yudumlarken haklı bir gurur yaşadık.

Ve ne yalan söyleyeyim bu sade kahvemi senin çocukluğun ve hatıralarınla yudumladım ,belki de en unutulmaz kahvemi içtim bu sokaklarda.

Biz bu atmosferden  sonra rotayı Kavalaya çevirdik ben yol boyu kavala kurabiyesi ve Kavalalı Mehmet ali paşa diye diye kavala ya geçtik.

KAVALA

Kavala, Birinci Balkan Savaşı‘nda Bulgarlar tarafından ve İkinci Balkan Savaşı esnasında Yunanlar tarafından ele geçirildi. Türk Kurtuluş Savaşı‘ndan sonra şehir, aldığı işçi göçleriyle birlikte yeni bir refah devrine girdi. Bu büyüme tarım ve endüstri alanında oldu. Tütün işleme ve tütün ticareti alanında oldukça büyük bir yere sahipti.

Kavala, 1387’den 1912’ye kadar Osmanlı Devleti‘nin bir parçasıydı. 16. yüzyılın ortasında İbrahim PaşaSadrazam ve Kanuni Sultan Süleyman bir su kemeri inşasıylaKavala’nın gelişmesine katkıda bulundu. Osmanlı ayrıca Panagia tepesindeki Bizans kalesini de genişletti. Günümüzde bu iki yapı da şehrin önemli simgelerindendir.

Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa 1769’da bu şehirde doğmuştur[2]. Evi bir müze olarak korunmaktadır.

Bizde tarih derslerinden Kavalalı Mehmet ali paşayı ve kavlanın meşhur kurabiyesini duya duya Kavalayı hafızamıza yerleştirmişiz , o yüzden ve Türk sahil kasabası yapısına benzerliğinden hiç yadırgamadığım bir yer oldu Kavala.

Biz gittiğimizde akşam saatleriydi ve sahilde bir balıkçıda oturduk ama balık yemek yerine ben caddedeki güleryüzlü abiden mis gibi börekler yemeyi tercih ettim .

Çünkü gezdiğim yerlerde de hep insanları gözlemlerim ve nerde samimiyet kokusu alırsam orda samimiyet demlemeyi severim.

Bu börekçi abide öyleydi bende ki ön yargıyı (tabii ön yargı tehlikeli bir duygu ama maalesef hepimizde var ) Yunanların bizi sevmediği yargısını yerle bir etti .

Hatta okadar ki bir ara çat pat İngilizcemizle ve o mis gibi börek ve sütle sohbeti koyulttuk.

Bu sahil kenarından kavala kurabiyesine doğru yol aldık.

Mm şimdi bile ağzımın sulandığı o kurabiye ve enfes kokusunu imkan olsa da sizle de paylaşsam , neyse artık siz giderseniz hem yer hem banada getirirsiniz belki

Bir gün bir yol hikayesinde buluşmak ümidiyle

@benim_gozumlegezelim

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir